Faik Bulut
Sınırların irademiz dışında biz Kürtleri ayırdığı coğrafyalardan biri de Ermenistan-Azerbaycan-Türkiye’dir. Serhat bölgesi (Kars, Iğdır, Ağrı, Ardahan) Kürtleri, sınırın öte yakasına yakından veya dürbünle bakmanın bile yasak olduğu yıllardaki dertlerini, hasret ve ağıt dolu türkülerle dillendirmişlerdi. Savaş döneminde şimdiki Türkiye tarafından Ermenistan’a gitmeye mecbur kalmış bir Ermeni’nin baba ocağına duyduğu hasret yüzünden ölümü göze alarak dağ bayır yoluyla eski köyüne gitmesine dair bir macera okumuştum. Gariban Ermeni'nin onca zahmeti gidip yüz sürdüğü baba ocağında biraz dinlendikten sonra tekrar aynı tehlikeli yolları izleyerek Yerivan’a (Türkçe Erivan, Kürtçe Revan) ulaşması hikâye edilmişti.
Benzer tarzda, Ermenistan veya Azerbaycan tarafında kalan yahut tehcir nedeniyle göçertilen Ezdî Kürtler; eşlerini, dostlarını, kardeşlerini veya aşiretlerini görmek için Musa Peygamber’in Kızıldeniz’i yarıp aşması misali Aras Nehri'ni kaçak-göçek geçerek hasret gidermişlerdi. Serhat Kürtleri açısından Ağrı Dağı'ndan sonra en kutsal yükselti Çiyayê Elegez (Türkçede yanlış biçimde Alagöz Dağları diye anılır) olarak bilinir. Çünkü orası benim de mensup olduğum aşiretin aralarında bulunduğu Digor, Iğdır ve Bayiz (Doğu Bayazıt) yöre aşiretlerinin yaylasıydı. Dolayısıyla Serhat Kürtleri, eskiden bağrına sığındıkları ve sürülerine bol otlak ve bereket sunan bu dağa bakarken, hep iç geçirir ve geçmiş zamanlara dair hikâyeler anlatırlar. Ve bölünmüşlük karşısındaki çaresizliklerini şu özdeyişle açıklarlardı: Teyroka şerrê Uris û Roma Reş mina teyroka Çiyayê Elegez (Elegez Dağı) em bela belayikirin. (Rus-Osmanlı savaşının fırtınası, Elegez Dağı’nın aniden vuran yağmurlu boranı gibi bizi bölük bölük böldü.) Elegez’den sonra karşı taraftaki akraba veya aynı soylu Kürtlerle aramızdaki en önemli ikinci bağ, Erivan Radyosu’nun ikindi ve akşam saatlerinde Kürtçe yayınlanan bültenleriydi. Haber, sanat, kültür, türkü, destan, hikâye, masal, mesel ve güncel yorumlar vardı Kürtçe yayında. 1950’li yıllarda radyo yayınlarında pek Kürdistan’dan söz edilmezdi. Çünkü özerk Kızıl Kürdistan, 1923’te kurulmuş ve 1930’da feshedilmişti. Bazen Kürtçe şarkı ve koçaklamalarda Kürdistan sözcüğü geçerdi. Mesela “welatê me Kurdistanê” ibaresinin içinde geçtiği marş, güzelleme yahut okul şarkısı türünden yayınlar yapılabiliyordu. Dolayısıyla Sünni inançlı Serhat Kürtleri, radyoyu şevkle dinlemelerine rağmen radyo için ya “Revan” yahut “radyoya Ezdiyan” (Ezdi Kürtleri radyosu) deyimini kullanırlardı. Kavel Alpaslan’ın yazısıyla karşılaşırken, ilk aklıma gelen bunlardı.Kavel Alpaslan’ın “Lenin’in Kızıl Kürdistan’ı” başlıklı yazısı, 1 Eylül 2017
tarihli Gazete Duvar’da yayınlanmış. Çok sonradan okuyabildim. Hoş hatıralarla
dolu bir anımsatma olduğu kadar, sosyalist Sovyetler Birliği’nin ezilen
halklara, kaderini tayin hakkı konusunda neler verdiğine dair tarihi bir
belgeydi. Aynı zamanda sosyalist sıfatını taşısa da, Kafkasya’daki irili ufaklı
milliyet yahut ulusların iktidarları/yöneticileri, Ortadoğulu devletleri
aratmayacak tarzda milliyetçi, tutucu ve inkârcı siyasetler benimsemişler.
Bölgesel ölçekte Azerbaycan ve Ermenistan’da “sosyalist cumhuriyet” yahut “halk
cumhuriyeti” adını almalarına rağmen milliyetçi düşüncelerle malul idiler. Bu
yüzden Ermenistan-Azerbaycan anlamazlığı veya çatışması alttan alta hep devam
etmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra “Karabağ kimindir, kime
aittir” sorusu gayet kanlı bitti. Ermeni-Türk etnik çatışması şekline bürünen
savaş sonucunda bağnaz Ermeni milliyetçileri Karabağ’ı ele geçirdiler. Olay
günümüze kadar devam ediyor. Karabağ denilen bölgenin belli bir kısmı, esasında
Lenin önderliğindeki Sovyet yönetiminin orada yaşayan Kürtlere verilen özerk
coğrafyanın ta kendisidir. Öteden beri Azerbaycan ile Ermenistan arasında
“ihtilaflı bölge” damgasını yemiştir.
KIZIL KÜRDİSTAN TAMPON BÖLGE NİYETİNE KURULMUŞ
Kızıl Kürdistan haritası
Kavel Alpaslan, anılan yazısında, Kızıl Kürdistan’ın idari özerk bölge
olarak kuruluş nedenini şöyle açıklamış: “Devrimden sonra pek çok halk
sosyalist iktisadi hedefler doğrultusunda yan yana gelmiş olsa da, özellikle
Kafkasya’da halklar arasında kırılgan dengeler bulunuyordu. Bu ayrılıkların
önüne geçmek adına Kafkasya için Transkafkasya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adı
altında Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan sosyalist cumhuriyetlerini
birleştirecek bir proje ortaya atıldı. Ancak Gürcistan Komünist Partisi (GKP)
öneriye şiddetle karşı çıktı. Birliğin önemli bileşenlerinden GKP’nin bu
itirazı nedeniyle Kafkasya’da üç ayrı cumhuriyet oluşturuldu. Elbette bu
üçlünün -özellikle de Azerbaycan ve Ermenistan’ın- arasındaki sorunlar,
günümüze göre daha sessiz bir şekilde devam etmekteydi.
‘Kızıl Kürdistan’ bölgesi ise Ermeniler ile Azeriler arasında sorun yaratan
Dağlık Karabağ bölgesinin hemen batısında, Ermenistan’ın doğu sınırında yer
alıyordu. 1926 yılında yapılan nüfus sayımına göre bu bölgede yaşayan 51 bin
kişinin yüzde 72’sini Kürtler, yüzde 26’sını Azeriler ve yüzde 0.7’sini
Ermeniler oluşturuyordu. Ancak çoğunluk (yüzde 92) Azerice konuşuyordu. Geçmişi
Safevilerle şekillenmiş ve çoğunluğu Şii olan Azerilerin etki alanında bulunan
bu bölgede yaşayan Kürtlerin çoğunluğu da, Nahçıvan Kürtleri gibi Sünni değil,
Şii'ydi.
Ermenilerin bölgedeki hâkimiyet alanını Kürtlerle kuracakları ittifak
sayesinde daraltmak isteyen Azeriler, Kürtlere yerel yönetim verilmesi fikrini
destekliyordu. Azerbaycan Komünist Partisi’nin Birinci Sekreteri Sergey
Kirov’un önerisi ve Lenin’in onayıyla, Temmuz 1923’te ‘Kızıl Kürdistan Uyezdi’
kuruldu. Bu kararda, Dağlık Karabağ’ın özerk yönetim şeklinde Azerbaycan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti’ne (ASSC) verilmesinin ardından olası bir gerilimi
önlemek adına, Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (ESSC) sınırında
Kürtlerden oluşan bir ‘tampon bölge’ yaratma ve bunun iki halk arasındaki
barışa hizmet edebileceği temennisi de etkili oldu.
Sovyetler’de kimi bölgelerde yer alan uyezdler, alt birim idareleri olan
küçük yerel yönetimlere verilen isimdi. Öyle ki Kızıl Kürdistan’ın merkezi -her
ne kadar daha büyük yerleşimler olsa da- 435 nüfuslu Laçin olarak belirlendi.
Yönetimin başına, Azeri Bolşevik Hüsnü Hacıyev getirildi. Bu karar ESSC
(Ermenistan yönetimi) tarafınca hoş karşılanmamıştı elbette. Ancak Dağlık
Karabağ’dan sonra bu bölgedeki Azeri etkisinin bir şekilde azalmış olması da
ESSC açısından mutlu ediciydi. Uyezd yönetimi 1929’da dağıtıldı, Kızıl
Kürdistan, Dağlık Karabağ’ın içinde ASSC’ye (Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti)
bağlandı. Daha sonra Stalin yönetimince Kafkasya’da yaşayan pek çok Kürt Orta
Asya’ya -özellikle güney Kazakistan- gönderildi. Ancak Stalin dönemindeki diğer
nüfus değişimi politikalarından farklı bir nokta vardı bu örnekte: İddiaya göre
Stalin yönetimi, komşuları İran ve Türkiye’de başlamakta olan Kürt ulusal
hareketlerini başlarda desteklemiş olsa da, bu tutumu ilerleyen zamanlarda
değiştirdi. Bu nedenle, buradaki nüfus değişiminin özellikle Türkiye’yle
diplomatik ilişkilerin zedelenmemesi adına yapıldığı öne sürülüyor.
Bu bölgenin geleceği on yıllar sonra, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını
izleyen Ermenistan-Azerbaycan savaşında son bir kez ve acı dolu bir biçimde
şekillendi. Ermenistan 1992’de Dağlık Karabağ’ı işgal ettiğinde ‘Kızıl
Kürdistan’ da çatışmanın arasında kaldı. Kimi bölgeleri işgal edildi.
1920’lerden sonraki göçlere rağmen, bölgede hâlâ bir Kürt nüfusu vardı. Bu
çatışmalar sırasında bölgede yaşayan Kürtler ve Azeriler göç yollarını tuttu.
Bu nedenle bugünün demografisi Kızıl Kürdistan zamanına göre epey değişmiş
durumda. Bu gelişmeyle birlikte, ‘Kızıl Kürdistan’ deneyimi de tarih sayfaları
arasında yerini aldı…”
KIZIL KÜRDİSTAN SONRASI KÜRTLERİN TRAJEDİSİ
Kızıl Kürdistan’ın feshedilmesi sonucu yaşanan trajedinin çok geç farkına
varabildik. Kişisel deneyimlerimden birkaç örnek vermek durumundayım. 1989
yılında Helsinki Watch isimli insan haklarıyla ilgilenen kuruluşun düzenlediği
bir etkinlik münasebetiyle İstanbul’a gelmiş Azerbaycanlı biriyle tanıştım.
Moskova’da Merkez Bankası müdür yardımcılığı yapıyormuş. Azeri lehçesiyle
konuşuyordu; Karslı olduğumdan bu lehçede söylenenleri anlıyordum. Ben onu
Azeri sanırken, şöyle dedi: “Ben, aslında Kürt kökenli bir Azerbaycanlıyım. Orada
eskiden onlarca belki de yüzlerce Kürt köyü vardı; fakat gizli Turancılık yapan
Azerbaycanlı yöneticiler, sosyalist söylemlerle hepsini asimile edip
Türkleştirdiler. Üstelik Türkleşen bu Kürtler, şimdiki zamanda en fazla Kürt
düşmanı kesilmişler. Turancılardan daha Turancı olmuşlar. Mesela şu Türkçülüğü
kimseye bırakmayan Ebulfez Elçibey’in annesi Kürt’tür. Haydar Aliyev ailesi,
aslen Kürt’tür. O aileden biri, Kürt meselesine sıcak bakıyor. Eskiden
sosyalist görünümlü olan Türkçü Azeri yöneticiler, ‘Müslüman din kardeşliği’
sloganı üzerinden Kürtleri hem asimile ettiler hem de Ermenistan’a karşı
savaşçı olarak kullandılar. Şimdi toplasan 20 kadar Kürt köyü ya var ya
yoktur.”
İran’daki Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin Şah ordusu tarafından yıkılıp
önderlerinin idam edilmesi üzerine, o dönem aynı cumhuriyette savunma bakanlığı
yapmış olan Güney Kürdistanlı tarihi lider Molla Mustafa Barzani de, zorlu ve
zahmetli uzun bir yürüyüş sonrası 19 Haziran’da 1946’da Sovyetler Birliği
topraklarına 2 bin kadar peşmergesiyle birlikte sığınmıştı. Hem Ermenistan hem
de Azerbaycan’daki Kürtleri ziyaret etmiş; her iki devleti yöneten komünist
parti yöneticileriyle görüştükten sonra tercihini Azerbaycan’da kalmaktan yana
kullanmıştı. Konuya ilişkin anısını anlatırken; “Müslüman din kardeşi diye
Azerbaycan’da mülteci olarak kalmak istedim ama aleyhimde olumsuz raporlar
düzenleyerek rahat ettirmediler; beni ve peşmergelerimi farklı ülke ve
diyarlara çil yavrusu gibi dağıttılar, sürgün ettiler. Meğer din kardeşi
demekle yanılmışım!”
Dağlık Karabağ toprağı yüzünden Azerbaycan ile Ermenistan arasında çıkan
savaşın (1988-1994) yol açtığı katliam, sürgün, tehcir türü musibetlerden Ezdî
ve Müslüman Kürtler de nasiplerini aldılar. Kürt aydını ve halkbilimci
(Ermenistan Ezdî toplumuna mensup) Celilê Celil ile 1990’ların başlarında
İstanbul’da buluştuk. Karabağ savaşını ve Kürtlerin durumunu sormuştum. Kısaca
şunu söylemişti. “Bu savaşı fırsat bilen Azeri Turancıları ile koyu Ermeni
milliyetçileri, iki tarafta yaşayan Kürtleri sindirip kendilerine boyun eğdiriyorlar;
başaramayınca de katliam yapıp sürgüne zorluyorlar. Mesela 1988’de, Ermeni
milliyetçi militanlar 80 bin kadar Müslüman Kürd’e zulmedince, onlar da
mecburen Azerbaycan’ın başkenti Bakû’ya sığındılar. Orada da Türkçülerin
propagandasına maruz kaldılar ve asıllarını yitirdiler, asimile oldular.
Azerbaycan Türkçüleri de, Ezdî inançlı Kürtleri sürgün ettiler; onlar da ya
yurt dışına kaçtılar yahut gidip sığındıkları Ermenistan’da böl-yönet
politikasına maruz bırakıldılar. Ermenistan milliyetçileri, ‘Siz Kürt
değilsiniz, ayrı bir milletsiniz’ diyerek Ezdîleri kendi yanlarına çektiler;
onların ayakta kalmaları için parasal destek verdiler. Buna karşılık Müslüman
Kürtlere hem baskı yapıyorlar hem de Ezdîlere sundukları yardımlardan mahrum
bırakıyorlar Müslüman Kürtleri.”
Aynı görüşü, bizi Tiflis’ten Ermenistan’a götüren Ezdî inançlı bir Kürt
rehberin ağzından dinledim. İki yıl önce Erivan’a gidip dedemin 1. Dünya Savaşı
karmaşasında (kavimler göçü, Serhat yöresindeki halk dilinde kaç ha kaç diye
bilinir.) kaybolan kardeşi Yusuf’un ailesi veya torunlarını bulma umuduyla yola
çıktım. Erivan’daki Kürt derneklerini ziyaret etmek istedim. Rehberimiz,
olmazlandı; “Götürürüm ama sizi hoş karşılamazlar, biz Kürt milletinden
ayrıyız, zaten Ezdîyiz diye size yüz vermezler, üstelik Kürtlere de Kürtçe
hakaret ederler, üzülürsünüz” demişti. Sonra işin ayrıntılarını anlatınca,
Celilê Celil’in anlattıkları aklıma geldi.
Hejarê Şamil, 1966 Azerbaycan’a bağlı Kelbecer yöresinde 1966 yılında
doğmuş bir Kürt aydın ve yazarıdır. 1992’de yaşadığı ülkede Azerbaycan-Kürd
Beraberlik Partiyası'nı (Azerbaycan-Kürt Eşitlik Partisi) kurdu. 1992’de
sempati duyup saflarına katıldığı ve üyesi olduğu PKK örgütünden 2004’te
ayrılmış. (Bu noktada kısa bir gözlemim: PKK hareketi, Sovyetlerin çözülme
döneminde Kafkasya’daki Kürtler arasında Kurtarıcı Mehdi gibi karşılanmıştı.
Ancak örgütün dar anlayışı ve yerli yersiz müdahaleciliği, oradaki toplumu
rahatsız etmiş, birçoğu hayal kırıklığına uğrayarak kendisiyle örgüt arasında
mesafe koymuştu.) Aynı yazar, Kafkas Kürtleri üzerine birçok kitabı
yayınlanmış. H. Şamil, Kürdistan Post sitesinden Hülya Yetişen ile gerçekleşen
22 Mayıs 2014 tarihli söyleşisinde, Kızıl Kürdistan Kürtleri konusunda özet bir
tespit yapmış: “Çoğu zaman tarihe, geçmişte kalan olayların statiği olarak
bakarız: Filan tarihte filan olay oldu, filan tarihte sonuçlandı... Söz konusu
olayların günümüze, şu anki yaşantımıza etkilerini statik tarihin dışına
iteriz. Ne var ki, daha çok üzerinde durmamız gerekenler tarihin kendisi değil,
etkileridir.
1923 yılının 16 Temmuz’unda Azerbaycan Hükümeti’nin ve Azerbaycan SSCB
Komünist Partisi’nin ‘Kürdlerin yerleşik olduğu topraklarda Özerk
Kürdistan/Kürdistan kazası oluşturulması’ kararıyla başlayan Kızıl Kürdistan’ın
resmi tarihi 1930’da sonuçlanmıştır. 1929’da Kürdistan kazası iptal edilerek,
yerine 25 Mayıs 1930’da Kürdistan dairesi oluşturulmuş, bu inzibati (idari)
birim de çok yaşamamış, 23 Temmuz 1930’da varlığına son verilmiştir.
Genel anlamda Kürdistan denilen bütünsel coğrafyayı yalnız Lozan’la değil,
biraz da Kurdistana Sor’un lağvedilmesi ile kaybettik. Eğer yaşasaydı, Kızıl
Kürdistan olayının Kürd halkının kaderinde oynayabileceği muazzam rolün
muhasebesini yaparım hep… Kurdistana Sor’un iptalinin en vahim sonucu ise en az
yarım milyon etnik Kürdün soy kökünden kopması, koparılması olmuştur. Dünyanın
neresinde yaşıyorsak yaşayalım, kaderimiz aynıdır. Nusaybinliye, Şırnaklıya ne
olduysa, Kurdistana Sorluya da o oldu. Ölüm, işkence, kimliksizlik. Kurdistana
Sor halkının tarihini bu üç kelime ile özetleyebiliriz. Kızıl Kürdistan
Kürdleri. 1992-93 yıllarında Azeri-Ermeni savaşı sonucunda Azerilerle birlikte
bu topraklardan sürüldüler. Ancak bu sürece kadar yüzde doksanı asimilasyon
yöntemiyle kendi soy bağlarından koparılmışlardı, kendilerini Azeri
saymaktaydılar. Söz konusu nüfus şu anda Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde
mülteci yaşamı sürdürmektedir. Yarısından fazlası ise kendi soyuna düşman.”
Aynı yazar, Diaspora Kürtleri isimli kitabında, Kızıl Kürdistan’ın çöküş ve
çöktürülüş nedenini şu şekilde özetliyor: “…Kürdistan kazasının kurulmasıyla
birlikte Kürtler arasında eğitimsizliğin, sosyal geriliklerin ortadan
kaldırılması, Kürt dili ve kültürünün geliştirilmesi açısından önemli adımlar
atılmış; çok sınırlı da olsa ana dilde okullar açılmaya başlamıştı… 1 Ocak 1931
tarihinde Erivan’da faaliyete geçen Kürt Öğretmen Okulu’ndan (Teknikum) bir yıl
sonra 1932 Dağlık Karabağ’da kurulan Şuşa Pedagoji Okulu’na bağlı Kürt
Fakültesi açıldı. Okulun ilk müdürü ve Azerbaycanlı meşhur halk yazarı/romancı
Kürt Süleyman Rehimov ile eşi Kalem Hanım’ın bu alanda büyük emekleri geçmişti.
Her ikisi sayesinde Kürt tiyatrosu ve Kürtçe radyo programları başlatıldı;
1932’de Şûra Kurdistan (Sovyet Kürtistanı) isminde Azerice-Kürtçe gazete
çıkarıldı. Dağlık Karabağ bölgesindeki bu faaliyet ve kurumların varlığı bir
yana bırakılırsa, Azerbaycan’daki Kürtlerin geneli açısından büyük önem arz
eden bu gelişmeler sadece altı yıl sürebildi. 1929’da Kızıl Kürdistan’ın özerk
bölgelerinin idari birimleri iptal edilerek Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi'ne
bağlandı. Kısa bir süre sonra yani 25 Mayıs 1930 tarihli Azerbaycan
(sosyalist/komünist) Hükümeti’nin kararıyla, özerk bölgeye dâhil olmuş bütün
Kürt illeri hepten feshedildi. Dağlık Karabağ bölgesinin egemenliğinin elinden
alınarak Kürdistan Dairesi yönetimi altına sokuldu. Bu daire bile sadece 75 gün
yaşayabildi: 23 Temmuz 1930’da Sovyet yönetimi (SSCB) ile Azerbaycan
hükümetlerinin ortak kararıyla toptan ortadan kaldırılmış oldu. İkna edici
olmayan biricik gerekçe şuydu: İdari bakımdan daireler (mıntıka, yöre)
sisteminden il (vilayet) sistemine/düzenine geçiş ülke ölçeğinde yapılmaktadır!
1936 yılında ise Azerbaycan Kürtlerinin kimliklerinin milliyet/etnik köken
bölümünde Kürt kelimesi kaldırılıp, bunun yerine Azerbaycanlı yazılmıştır.”
KIZIL KÜRDİSTAN SONRASI ASİMİLASYON VE SÜRGÜNLER
Kızıl Kürdistan’ın niçin feshedildiğine dair belgeler, Azerbaycan Devlet
Arşivi’nde yoktur. En azından tatmin edici ve yeterli malzeme bulunmamaktadır…
Kızıl Kürdistan’ın ortadan kaldırılmasının iç ve dış etkenlere bağlı nedenleri
vardır. Sovyet Kürdologları, meseleyi, şöyle özetlemişler: “1920’li yılların
sonlarına doğru Azerbaycan yönetiminde ve dış politik ortamda Sovyet (SSCB) ile
Türkiye arasında dostluk anlaşmaları imzalanmıştı. Bu ortam, (adı sosyalist
olan-F.B.) Azerbaycan’da zaten varolan milliyetçi (Türkçü-Turancı-F.B.)
eğilimlerin güçlenmesine yol açtı. Dolayısıyla Azerbaycan Kürt toplumuna
yönelik yararlı (sosyalist bakış açısıyla-F.B.) faaliyetler durmakla kalmadı;
tersi yönde (Kürtler aleyhine) gelişmeler de ortaya çıktı. Mesela 1920 Sevr
Anlaşması'yla göreli ve kısmi hakların tanınmasına istinaden Türk yöneticiler,
ara sıra Kürtlerin milli-kültürel haklarına saygı duyduklarını dile
getirmişler. Ancak Lozan ile birlikte Kemalistler, aniden taktik değiştirerek
Kürtlere yönelik baskı ve inkâr politikalarını uyguladılar. İsyanları, kanla
bastırdılar. ‘Ülkede Kürt ve Kürt meselesi yoktur’ söylemleri ön plana çıktı.
Bu hem Azerbaycan Türk yönetimini hem de oralı Kürtleri derinden etkiledi. Bu
noktada iki önemli faktör belirleyici oldu: 1) ‘Emperyalizme karşı mücadele’
zemininde Türkiye-Sovyet yönetimleri arasında ortak yardımlaşma ve dostluk
anlaşmaları imzalandı. Bu çerçevede (Batılı devletlerin işgaline karşı)
İstanbul savunması için Sovyet askeri gönderilmesi ve 1926-30 Ağrı Kürt
isyanının bastırılması maksadıyla Rus helikopterlerinin bombalamaya katılması
sağlandı. 2) Keza Türkiye, Sovyet yönetimi açısından Ortadoğu’ya açılan önemli
bir kapıydı. Anılan iki nedenle Sovyet yönetimi, Kemalist Türk yönetimini
kızdıracak/küstürecek “Kürdistan” ibaresini kullanmamaya özen gösterdi. Hele
hele Kürdistan Özerk Bölgesi yani Kızıl Kürdistan ismi, iyice dikkat çekici ve
Türkiye Kürtleri açısından yeterince cezbedici, hatta kışkırtıcıydı. Bu yüzden
Moskova’nın bu tavrından cesaret alan Azerbaycan Hükümeti, Kürdistan adlı
bölgeyi feshetmiş oldu.” (Hejarê Şamil, Diaspora Kürtleri, s. 53-54., Perî
yayınları)
Tek sebep, bu değil. Çünkü İstanbul’a gelmiş Gürcistanlı Ezdî inançlı
birkaç Kürtle yıllar önce karşılaşmıştım. Sordum: “Sizce, Kızıl Kürdistan’ın
yıkılmasının baş müsebbibi kimlerdi? Cevapları hazırdı: Azerbaycan Komünist
Partisi ve hükümetinin başkanı Mir Cafer Bakırov ile Sovyet istihbaratının
güçlü adamı olan Beria idiler. Her ikisi eşgüdümlü işbirliği halinde,
Moskova’daki yönetime ve özellikle ülkenin tek lideri konumundaki Stalin’e, hem
Kürtler hem de Kızıl Kürdistan (Kurdistana Sor) özerk bölgesi hakkında devamlı
olumsuz raporlar sunuyorlardı. Merkezden gelen müfettiş ve yetkilileri de
istedikleri yerlere götürüp teftiş ettiriyor ve ikna çabalarıyla da onları
yönlendiriyorlardı. Stalin’in bölgeyi feshetme kararında onların yanıltıcı
rapor ve yönlendirmelerinin payı büyüktür.
Bir diğer konu ise, 1930’ların ikinci yarısından itibaren yükselen Nazi
hareketinin giderek tehlikeli bir hal alması ve Hitler’in Kafkasya halklarına
yönelik gizli/açık propaganda faaliyetleriydi. Dönemin Moskova yönetimi ve
dolayısıyla Stalin’in, o bölgedeki halkların (Çoğu Kürt olmak üzere Müslüman
inançlı diğer milletler veya etnik topluluklar) belli bölüklerini Orta Asya
cumhuriyetlerine sürgün etmeleri meselesiydi ki, bu toplumsal felaket büyük
acılara, vahim sonuçlara (özellikle asimilasyon ve baskı) yol açmıştır.
Kürdistan’a Sor’un yeniden diriltilip kurulması fikri Sovyet sonrası döneme
denk düştü. Kafkasya Kürdistan Özgürlük Hareketi, Wekil Mustafayev aracılığıyla
1992 yılında Kızıl Kürdistan’ın kuruluşunu ilan etti ancak aynı yıl yönetim
dağıldı. Mustafayev, 20 Nisan 2019’da öldü ve Erbil’de defnedildi.
Wekil Mustafayev
Başka bir yazıda Sovyet Azerbaycan yönetiminin, Sosyalist/Marksist laflarla
süsledikleri Turancı görüşleri ve uygulamaları sonucunda Kürtleri nasıl asimile
ettiklerine dair bir yazı kaleme almaya niyetleniyoruz. İbretlik bir konudur.
Çünkü şimdilerdeki kimi ulusal sol çevreler, Marksist ve sosyalist söylemlerle
gizledikleri örtülü milliyetçiliklerini, sol maske altında sürdürebiliyorlar.
Oysa bu Kürt sevmezlikleri, Kürtlerin haklarını elde etme yolunda verdikleri
mücadeleye karşı egemen milli iktidarların arkasında durma noktasına kadar
varabiliyor. İbretlik tecrübeden nasıl bir ders çıkarırlar, bilemeyiz ama biz
yine Kürt halkının yalnız bırakılmışlığını ve ezilmişliğini Hejarê Şamil’in
dizeleriyle bitirelim: Yalnızım, tekim, tenhayım/Öyle yakınım kendime/Kendimden
nereye gitsem/Gelip çıkarım kendime...Yalnızlığın öbür yanı/Sükûtun
ötesi/Yansızlığın öbür yanında/Yer kayıp, zaman kayıp...
Yorumlar
Yorum Gönder