Hejarê Şamil, 1966 yılında Kızıl Kürdistan adı ile bilinen bölgenin
Kelbecer (Kavil / Kevn bajar) şehrinde Şair-Etnograf- Kurdolog Dr. Şamil
Esgerov’un oğlu olarak dünyaya geldi.
1989’da Bakü’de Azerbaycan Pedagoji Enstitüsü’nün Filoloji bölümünü bitirdi. 1984-1986 yıllarında Kızıl Ordu’da askerlik yaptı.
Ortaokul çağlarında Azerbaycan’ın yerel ve merkezi basınında Hejar
Şamiloğlu imzası ile şiir ve makaleleri yayınlanan Hejarê Şamil, 1980’li
yılların ortalarından itibaren aktif gazeteciliğe başladı. Azerbaycan
Parlamentosu’nun yayın organı olan “Hayat Gazetesi’nde parlamento muhabiri
olarak çalıştı. 1992’de Bakü’de yayın hayatına başlayan “Dengê Kurd” / “Kürdün
Sesi” Gazetesi’nin kurucularından olup, gazetenin Azerice bölümünün
editörlüğünü yaptı. Azerbaycan’ın çeşitli gazete ve dergilerinde Kürtlerle
ilgili yüze yakın yazı yayınlattı.
1992’de Azerbaycan’da “Azerbaycan-Kürt Eşitlik partisi- “Azerbaycan-Kürd
Beraberlik Partiyası / AKBP”nin kuruluş çalışmalarını başlattı ve bine yakın
üye topladı. Siyasi faaliyetlerinden dolayı manevi ve fiziki baskılara maruz
kaldı.
1992 yılından itibaren PKK’nin Kafkasya’daki çalışmalarında aktif yer aldı
ve 1994’te kadro düzeyinde PKK’ye katıldı. PKK saflarındayken Rusya, Güney
Kürdistan, Türkiye ve Avrupa’da yayınlanan Kürd gazete ve dergilerinde değişik
imzalarla çok sayıda yazısı yayınlandı. 2004’te PKK’den ayrıldı.
Hali hazırda Orta Asya’da yayınlanan “Nûbar” dergisinin yazı işleri
müdürüdür. Hejarê Şamil şu an Kamiz Şeddadi ile birlikte 45 bin kelimelik
Rusça-Kürdçe Akademik bir sözlük yayına hazırlıyor.
Kitapları:
1- “Sovyet Kürdleri” hakkında tarihi ve güncel inceleme Diaspora Kürdleri.
Araştırma inceleme. (İstanbul, “Pêrî” yayınları, 2005, Türkçe).
2- Öcalan’ın Moskova günleri Gülnar ve Öcalan. Belgesel roman. (İstanbul,
“Pêrî” yayınları, 2005, Türkçe).
3- Serhed, Kafkasya ve Diasporada yaşamın adı: Sürgün ve Özlem. Araştırma
inceleme. (İstanbul, “Pêrî”, 2007, Türkçe).
4- Yurtseverlik yolunda bir yaşam. Araştırma inceleme. (2007, Kürtçe).
5- Diaspora Kürdleri. Araştırma inceleme. (2007, Rusça).
6- Yalnızım, tekim, tenhayım. Şiirler. (2007, Azerice).
Ayrıca Hejarê Şamil, “Azerbaycan Kürdleri” A.Bukşpan’ın ve “Kızıl
Kürdistan” E.Bedirxan’ın kitaplarını Rusça’dan Türkçe’ye çevirmiştir.
Yalnızım, tekim, tenhayım
Öyle yakınım kendime.
Kendimden nereye gitsem
Gelip çıkarım kendime......
....
Yalnızlığın öbür yanı,
Sükutun ötesi
Yansızlığın öbür yanında
Yer kayıp, zaman kayıp...
Hêjarê Şamil
Hülya Yetişen: Sevgili Hejar, Kurdistane Sor’un Kelbecer İli’nde
doğmuşsunuz. Kızıl Kürdistan (Kurdistana Sor) ne zaman kuruldu, varlığına ne
zaman ve niçin son verildi? Burada yaşayan Kürd nüfusa ne oldu, ve şu anda
nerelerde yaşıyorlar?
Hêjarê Şamil: Çoğu zaman tarihe, geçmişte kalan olayların statiği olarak
bakarız: Filan tarihte filan olay oldu, filan tarihte sonuçlandı... Söz konusu
olayların günümüze, şu an ki yaşantımıza etkilerini statik tarihin dışına
iteriz. Ne var ki, daha çok üzerinde durmamız gerekenler tarihin kendisi değil,
etkileridir.
1923 Yılı’nın 16 Temmuz’unda Azerbaycan Hükümeti’nin ve Azerbaycan SSCB
Komünist Partisi’nin “Kürdlerin yerleşik olduğu topraklarda Özerk Kürdistan /
Kürdistan kazası oluşturulması” kararıyla başlayan Kızıl Kürdistan’ın resmi
tarihi 1930’da sonuçlanmıştır. 1929’da Kürdistan kazası iptal edilerek, yerine
25 Mayıs 1930’da Kürdistan dairesi oluşturulmuş, bu inzibati birim de çok
yaşamamış, 23 Temmuz 1930’da varlığına son verilmiştir.
Kürdistan’ı yalnız Lozan’la değil, biraz da Kurdistana Sor’un lağvedilmesi
ile kaybettik. Eğer yaşasaydı, Kızıl Kürdistan olayının Kürd halkının kaderinde
oynayabileceği muazzam rolün muhasebesini yaparım hep. Ve de Kurdistana Sor’un
varlığına niçin son verildiğinin. “Diaspora Kürdleri” kitabında Kurdistana
Sor’un çöküş nedenlerini sayfalar boyunca en ince ayrıntılarına kadar
incelemeye çalışmıştım. Kurdistana Sor’un katili, Kürd halkının yeminli düşmanı
olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti tanımı altında İstanbul’u
içten fetheden devşirmelerdir.
Kürdistana Sor’un iptalinin en vahim sonucu ise en az yarım milyon etnik
Kürdün soy kökünden kopması, koparılması olmuştur.
Dünyanın neresinde yaşıyorsak yaşayalım, kaderimiz aynıdır. Nusaybinli’ye,
Şirnaklı’ya ne olduysa, Kurdistana Sor’luya da o oldu. Ölüm, işkence,
kimliksizlik. Kurdistana Sor halkının tarihini bu üç kelime ile
özetleyebiliriz.
Kızıl Kürdistan Kürdleri 1992-93 yıllarında Azeri-Ermeni savaşı sonucunda
Azerilerle birlikte bu topraklardan sürüldüler. Ancak bu sürece kadar yüzde
doksanı asimilasyon yöntemi ile kendi soy bağlarından koparılmışlardı,
kendilerini Azeri saymaktaydılar. Söz konusu nüfus şu anda Azerbaycan’ın
çeşitli bölgelerinde mülteci yaşamı sürdürmektedir. Yarısından fazlası ise
kendi soyuna düşman.
Hülya Yetişen: Düşman mı?
Hejarê Şamîl: Azerbaycan Kürdleri, Güney Kafkasya’nın Ermenistan, Gürcistan
Cumhuriyetleri’nde yaşayan ve buralardan Orta Asya ve Kazakistan’a sürülmüş,
Rusya, Ukrayna ve diğer ülkelere göç etmiş Kürdlerden bir çok yönleri ile
farklıdır. Azerbaycan Kürdleri yerlidir, Aborijin’dir. M.Ö. 2. bin yıl önce var
olmuş Manna Kürd çarlığı ve Medya Devleti döneminden bu yana bugün Kafkasya
denilen alanda yaşamaktadırlar. Bin yıllar boyunca Şeddadi Kürd Devleti’nin
Başkenti Gence’den Nahçıvan’a kadar uzanan ve Kızıl Kürdistan’ı da kapsayan
topraklar üzerinde Kürd varlığı söz konusu olmuştur. Kafkasya’nın yerli
Kürdlerinin yaşadıkları topraklar Coğrafi Kürdistan’ın bir parçasıdır. Bu
araziler son yüzyıllarda yoğun asimilasyon politikası ve Azeri, Ermeni
topluluklarının buraya göçmeleri sonucu Büyük Kürdistan’dan kopmuştur. Tarihsel
süreç içerisinde Azerbaycan Kürdleri dediğimiz topluluk asimile olmuş, kendine
yabancılaştırılmıştır. Şu an Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sekiz milyonluk
nüfusunun en az bir milyonu köken olarak Kürd’dür. Fakat onlar arasından
kendine “Kürdüm” diyen yirmi bin insan dahi bulamazsınız. Kuzey Kürdistan’da ve
Türkiye’de olduğu gibi bu ülkede de en katı Kürd karşıtları etnik Kürdlerdir.
Hülya Yetişen: Bir bütün olarak Kafkasya Kürtleri’nin coğrafi kökenini
anlatır mısınız? Hangi lehçeleri konuşurlar ve hangi inanca sahipler?
Hejarê Şamil: Eski Sovyetler Birliği’nde yaşayan Kürdleri coğrafi köken
itibarıyla üç kategoride ele almak gerekir. 1). Azerbaycan Kürdleri, 2).
Ermenistan, Gürcistan Kürdleri (şu an Orta Asya, Kazakistan, Rusya, Ukrayna ve
diğer devletlerde yaşayan Kürdlerin ağırlıklı kesimi bu ülkelerden ve Nahçivan’dan
sürülmüştür). 3). Türkmenistan Kürdleri.
Azerbaycan Kürdleri’ne kısaca değindik. Ermenistan ve Gürcistan Kürdleri
19. yy.da ve 20. yy.ın başlarında Kuzey Kürdistan’dan sürülmüş ve göç etmiş
Kurdlerden oluşuyor. Bu ülkelerde daha önceki yüzyıllarda yerleşmiş Kürd
ailelerinin varlığı da biliniyor. Örneğin, Mxargridzêlî ailesi. Gürcistan
Kraliçesi Tamara’nın (1184-1212/13) baş komutanları olan İvo (İvanê) ve Zaxo /
Zahar (Zaxarê) kardeşleri bu ailedendi. 1988-89 yıllarına kadar Ermenistan’da
Yezidi Kürdlerle birlikte 20 binden fazla Müslüman Kürd de bulunuyordu. Karabağ
savaşı nedeniyle Müslüman Kürdler sürüldüler ve göç ettiler. Gürcistan’daki
Kürtlerin tamamı Yezidi’dir.
Türkmenistan Kürdleri Horasan kökenlidir. Türkmenistan’ın İran denetiminde
bulunduğu 18. yy.dan itibaren bu ülkeye ve şimdiki Özbekistan’ın güney
bölgelerine yerleşmişler. Bazı araştırmalara göre Türkmenistan ve Güney
Özbekistan’da kimi Kürd aşiretlerinin tarihi bin yıl öncelerine uzanıyor. Şu an
Türkmenistan’da Kürdçe konuşan ve kendini Kürd sayan Kürdlerin sayısı birkaç
bin civarındadır. Asimile edilen Kürdlerin sayısı ise birkaç yüz bin.
Eski Sovyetlerde yaşayan Kürdlerin tamamı Kürdçe’nin Kurmancî lehçesini
konuşur.
Hülya Yetişen: Bura Kürtleri’nin ülkelerine dönme planları ve özlemleri var
mı?
Heşare Şamil: Kim ata yurduna, kendi ülkesine dönmek istemez ki? Kürdlükle
bağları kopmamış soydaşlarımızın tamamının Kürdistan özlemi canlıdır.
Hülya Yetişen: 1898’de Kahire’de basılan ilk Kürt Gazetesi, ‘Kürdistan’ ın
ilk sayısı Doğubilimleri Enstitüsü Leningrad Şubesi’nin gazete koleksiyonları
arasında yer alıyor. Kürtlerle ilgili bilimsel araştırmalarda, çoğunluklu
olarak eski SSCB’deki dil bilimcilerinin ve tarihçilerin isimleri geçer.
Rusya’da Kürtlerle ilgili gerçekten zengin bir arşiv var mı?
Hejare Şamil: Rus Kurdolojisi’nin dünya Kurdoloji Bilimi’ne katkıları
biliniyor. Özellikle 19. yy.ın başlarından itibaren Doğu’ya dönük işgalci
siyaset yürüten Çar Rusya’sı ordusu ve memurları Ortadoğu ve Kafkasya’daki
birçok yazılı abideyi ele geçirmiş, başkent Sankt-Petersburg’a taşımıştır.
Örneğin, 1828’de Rusya-İran savaşı sırasında İran’ın Erdebil kentini işgal eden
Rus Generali Şuştelen, Sefevilerin ünlü kitaplığını savaş ganimeti olarak
Sank-Petersburg’a göndermiştir. Birçok kitap arasında, Şeref Han Bitlisi’nin
“Şerefname” eserinin bizzat yazarı tarafından gözden geçirilmiş imzalı bir
nüshası da bulunmuştur. Bildiğim kadarıyla Çarlık döneminde Sankt-Petersburg’da
“Şerefname”nin iki elyazması bulunmuştur. Bu eser üzerinde birçok Rus doğubilimci
araştırmalar yürütmüştür. V.Velyaminov-Zernov, “Şerefname” üzerinde ortalama 30
yıl çalışmıştır. Bu çalışmayı yürütürken, “Şerefname”nin dört elyazmasından
yararlanmış, “Şerefname”nin 1. cildi 1860 yılında, 2. cildi ise 1862’de
Petersburg İmparatorluk Akademisi’nin yayın evinde basılmıştır.
1856 yılında Petersburg’ta Kürdlerin kökeniyle ilgili bilimsel çalışma
yapıp “İran Kürdleri ve ataları üzerine inceleme” ismiyle kitap yayınlatan ünlü
doğubilimci Pyotr Lerx, “Şerefname”nin el yazmasından yararlandığını kaydeder.
Rusya’da Kurdolojinin Rusya Çariçesi Büyük Katerina tarafından başlatıldığı
belirtilir. Çariçenin isteği üzerine Akademi üyesi Palas, 1787’de bütün
dillerin karşılaştırmalı sözlüğünü hazırlamış, bu sözlükte 276 Kürdçe sözcük
yer almıştır.
Sovyetler döneminde Kürdoloji çalışmaları daha da ilerletilmiş, 1.
Kürdoloji konferansı (Erivan, 9 Temmuz 1934) ve SSCB Bilimler Akademisi Doğu
Bilimleri Enstitüsü’nün Leningrad Şubesi’nde Kürdoloji gurubunun oluşmasıyla
birlikte (Şubat-Mart 1959) Sovyet Kurdoloji okulu yaratılmıştır.
Rus-Sovyet Kürdolojisi, Kürd folkloru, etnografisi, dili, edebiyatı,
tarihi, bibliyografisi, kısacası her türlü maddi ve manevi değerleri hakkında
yüzlerce kapsamlı eserle dünya Kürdolojisinde önemli yer tutmaktadır. P.Lerx,
A. Jaba, A. Çozko, Egizarov, V. Minorski gibi isimlerle başlayan Rus
Kürdolojisi, Sovyet Kürdolojisi adı altında İosif Orbeli, Kanat Kurdoyev,
Haciye Cindi, İ. Sukerman, Margarita Rudenko, İ. A. Dementeva (Vasileva),
Casıme Celil, M.S. Lazarev, Orduxanê Celîl, Şamil Esgerov, Hüseyin Kürdoğlu,
Maksime Xemo, Zara Yusupova… gibi ünlü isimlerle devam etmiştir.
Leningrad’da ve Çarlık döneminde Kafkasya’nın başkenti sayılan Tiflis
kentinde bulunan zengin arşiv materyalleri Sovyet-Rus Kurdolojisi’nin dayanağı
olmuştur.
Hülya Yetişen: İlk Kürt romanı sayılan “Kürt çobanı” da eski Sovyetlerde
yazıldı… Kürtlerin yaşamını, mücadelesini anlatan, ancak başka dillerde yazılan
romanları Kürt Romanı kategorisinde değerlendirebilir miyiz? Örneğin “Gülnar ve
Öcalan” bir Kürt romanı mı?
Hejare Şamil: Hemen bir romancı olmadığımı belirteyim. Bu soru, eserin
Türkçe yazılmış olmasından dolayı soruluyor. Elbette ki, dil, halkların en
temel varlık nedenlerindendir. Bir halkı var eden değerin dil olduğu göz önünde
bulundurulursa, bu soru ciddi bir mantıkî içerik, üstelik gereklilik taşıyor.
Muhtevasına bağlı olmaksızın Kürdçe yazılmış her eserin Kürd eseri olduğunu
kimse tartışmaz; romansa eğer iyi Kürd romanı, kötü Kürd romanı olurlar. Fakat
buradan Kürd eserlerinin / romanlarının yalnız Kürdçe yazılanlar olduğu
sonucuna varılmamalı. Halkımızın bulunduğu siyasal, sosyo kültürel koşullar
dikkate alınarak bu konuda daha geniş bir düşünsel bakış açısı ve tanımlama
çerçevesi oluşturulabilir. Kürdlerin başka dillerde kaleme aldıklarına “Kürd
kimliği” verilmesi gerekir mi tartışması Kürd camiasında uzun yıllardır
sürüyor. Eğer Kürd kökenlilerin başka dillerde yazdıkları eserleri ve Kürd
kökenlilerin başka dillerde Kürd konusunda yazdıkları eserleri birbirinden
ayırırsak, bu soruyu ve sorunu basitleştirerek yanıtını bulmamız kolaylaşır.
Her bir eserde / romanda kimlik tanımlaması için dil olgusu başattır fakat
Kürdçe dışında yazılmış kimi eserler, sırılsıklam Kurdî içeriği ile “Kürd
kimliği” kazanma iddiasında bulunabilir. Böylesi iddialı kitaplara Kürd
kimliğinin kapılarını açık tutmak gerekir.
Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de Kürdlerin Türkçe yazdığı ve kısmen Kürdî
emareler içeren eserlerin kimliği konusundaki tartışmalar öncelikle Yaşar Kemal
eserleri üzerinden yürütülüyor. Ve bu konu genelde Yaşar Kemal üzerinden
boğuntuya getiriliyor. Yaşar Kemal Kürd kökenli bir Türkiye yazarıdır. Türkçe
yazdığı eserler Kürd eserleri değildir. Y.Kemal, Türkçe yaşayan ve Kürd
gelenekselliği ve Türk “modernizmi” arasında bocalayan Kürdler için heyecan yaratan
bir yazar olabilir ama Kürdçe ilk Kürd romanı “Kürd çobanı”nın yazarı Erebê
Şemo kadar Kürdlere ve Kürd maneviyatına yakın değildir. Eserlerinde Kürdler ve
Kürdlerin yaşamı konu edilmiştir ama bu eserler Kürd ruhundan yoksundur.
Asimile edilmiş ve devşirilmiş bir ruh boy gösteriyor Y.Kemal eserlerinde. Kürd
ruhu taşıyan ve Kürdistan sevdası ile yoğrulmuş eserler hangi dilde yazılmasına
bağlı olmaksızın Kürd eserleri sayılabilir. Ruh da dil kadar önemlidir.
Halkçı siyasi duruş da önemlidir; ideolojilerin gölgesinde kalmaktan,
siyasi dayatma ve siparişle yazmaktan bahsetmiyorum. Halkçı siyasi duruş
diyorum. Devletsiz Kürdlerin bulundukları özgün siyasi atmosferde Kürdçe
dışında yazan Kürd kökenli yazarların halkçı siyasi duruşu eserlerinin
muhtevasına yansıyarak onlara Kurdî kimlik kazandırabilir.
Yaşar Kemal’den başlamışken Kürd kökenli, Azerice yazmış Süleyman Rehimov,
Kırgız kökenli Rusça yazmış Cengiz Aytmatov örnekleri konumuz için aydınlatıcı
olabilir.
Süleyman Rehimov, Sovyet Azerbaycan’ın gelip geçmiş en ünlü romancısı
olmuştur. Azerbaycan’ın ilk “Halk Yazarı” unvanına sahiptir, 1930’lu yıllarda
Şuşa Kürd pedagoji okulun ilk müdürü olmuş, Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin
başkanlığını yapmıştır. Başta üçleme “Şamo” romanı olmakla hemen hemen tüm
eserlerinin esas kahramanları Kürdlerdir. Ne var ki, bu büyük romancının
Azerice yazılmış eserlerinde Sovyet ve Azerbaycan kokusu, Kürd kokusunu
bastırıyor. Süleyman Rehimov Kürdlüğe Y.Kemal’den daha yakın durmasına rağmen
eserleri, Kürd kimliği kazanabilmenin ne dil, ne ruh, ne de siyasi kıstaslarına
uymamaktadır.
Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov Rusça yazmıştır. Ancak eserleri
Kırgız ruhunun ve maneviyatının ansiklopedisi niteliğinde olduğu için Cengiz
Aytmatov tartışmasız olarak Kırgız yazarı ve eserleri de Kırgız kimliklidir.
Rusça yazılması nedeniyle Cengiz Aytmatov’un eserleri aynı zamanda Rus
Edebiyatı’nı da zenginleştirmiştir. Böylece ikili kimliğe sahip olup Rus dilli
Kırgız Edebiyatı’nın örnekleri olarak tanımlanmaktadır.
Bu tanımlamayı da göz önünde bulundurarak “Türk dilli Kürd edebiyatı”nın
varlığından kolaylıkla bahsedebiliriz.
Hülya Yetişen: Kitabınız “Gülnar ve Öcalan”da Kürdlerin yakın tarihini
irdelerken alışılagelmiş düşünceleri, roman kahramanları üzerinden
sorguluyorsunuz. Bu da kitabınıza felsefi bir bakışım sunuyor. Kürdlerin
geçmişe dönük yaşadıklarını söylüyorsunuz. Sizce Kürdler neden halk olarak hep
geçmişe dönük yaşıyorlar?
Hejarê Şamil: Kendimden biliyorum; toplumsal aktivite içerisinde bulunduğum
dönemlerde geçmişimi çok fazla anımsamam. Geleceğe, en azından bugüne dönük
planlar yapar, uygulamalarda bulunurum. Tenha kaldığım, teklik hissettiğim
andan itibaren geçmiş kendini dayatır. Birey psikolojisi ile toplum psikolojisi
arasında sıkı bağlar vardır; Kürdler çok yalnızlaştırıldı, tenhalaştırıldı.
Kürdler hep yalnızlık duygusu içinde bocalandılar. “Kürdlerin tek dostu
dağlardır” aforizmi buradan geliyor. Yalnızlık psikolojisi insanları ve
toplumları geçmişe, geldiği yere sürükler.
Kürdlerin sağlam bir geçmişi var; hep geçmiş yaratmakla
uğraştıklarındandır. Güçlerini daha çok ruhen hiç kopmadıkları gelecekten,
geleceğe dönük hayallerinden değil, dünde kalmış kahramanlık öykülerinden,
hatta atalarına çektirilmiş işkencelerin yarattığı nefret duygularından almaya
çalışırlar. Kafalarımız geçmişle dolu. Hayalperestlerimizin hayalleri ise elli
bin dereden su getirilerek köşeye kıstırılıyor. Biz devletsiz bir halkız,
dünyamızın sayıca kalabalık yegane devletsiz halkıyız. Hayaller, gerçekte var
olmayan şeylere dönük duygusal-düşünsel yeltenişin adıdır. Kürdistan’ı;
birleşik, vahit Kürdistan devletini hayal etmekten doğal ve insani bir şey
olamaz Kürdler için. Ve hayaller sürükleyicidir. “Kürdistan’ın bir hayal”
olduğunu söyleyen bir çoğu hayallerimize dahi “gericilik” yaftası yapıştırma
çabası içinde. Hayalleri çökmüş kimi siyasetçilerimiz ve onları kayıtsız
şartsız izleyen aydınlarımız “ulusal devletler dönemi bitmiştir” safsatasına
“Kurdî don” giyindirerek Kürdlerin hayallerine bile ket vurmaya çalışıyorlar.
Bu, vahim bir durumdur. Kürdlerin kurtuluşu ve Kürdistan sorunun çözümü güçlü
hayaller dünyasında yatmaktadır. Gelecekte yani. Bana göre, Kürdleri sözde
devletsiz geleceğe hazırlamak, son birkaç yüzyıllık devletsiz geçmişimize
saplanıp kalmanın, geçmişte yaşamanın / yaşatmanın şifresi ve tuzağıdır.
Geleceğin belirsizliğinden üşendiğimiz, yarın karşısında çaresizlik his
ettiğimiz anda Demirci Kawa’dan başlar, çağdaş Kawa’lara kadar geliriz.
Bendeniz sapına kadar klasik bir Kürd olarak biraz daha da ileri gider, “Kürd
kökenli” Devlerden, Meleklerden başlar; çare geçmişteyse bari baltayı kökünden
vuralım o zaman! Geçmişten ders almak iyi bir şeydir, keşke dersimizi
alabilseydik. Bizimkinin adı geçmişe takılıp kalmaktır. Çekoslovakyalı iki foto
muhabirin, yanlış hatırlamıyor isem, “Kürdistan - Savaşlar, Kahramanlıklar ve
Efsaneler ülkesi” adlı kitabını görmüştüm çocuk yaşlarımda. Foto kitabın özeti
şuydu; Kürdler hep savaşır, kahramanlıklar yapar, yenilir, peşinden efsaneler
oluşturur ve bu efsanelerin etkisiyle yeni savaşlara hazırlanırlar.
Kendini aşmış ayrı ayrı bireylerden bahsetmiyorum; bir topluluk olarak Kürd
halkının “geçmişe dönük yaşamasının” nedenini “Gülnar ve Öcalan”da Kürdlerin,
tarihi beşikte görmüş, insanlığın en derin tarihinin tanığı olmuş yaşlı bir
halk olması ve toplumsal hafıza nedeniyle doğallığa tapmaları ile izah etmeye
çalışmış, şöyle yazmıştım:
“Amerikalılar genç bir ulus. Bir Amerika insanının kafasında geleceğin
kapladığı yerin, geçmişin kapladığı yerden daha fazla olduğu söylenir.
Kürdlerde tersinedir. Kürdlerin kafası geçmişle dolu. Onlar geçmişe dönük
yaşıyorlar. Doğallığa düşkün olmalılar…”
Ne var ki, geçmişe dönük yaşıyor olmanın birden çok nedeni vardır.
Yalnızlaştırılma, aşırı toplumsallıktan kaynaklanan tenhalık duygusu, yaşlılık,
kökleri geçmişte olan doğallığa yatkınlık, bugünle yarının orta yerinde
gocunma, bocalanma dışında, belirsiz gelecek karşısında duyulan korku da bir
neden olabilir. Şair Bulat Okucava’nın bir sözü var: “Herkes bir şeylerin baş
göstermesini ister ama her kez de bir şeylerin olabileceği korkusu içerisinde
yaşar”. Tam da bizim için söylenmiştir.
Hülya Yetişen: Geçmişte yaşıyor olmak ile, güncel sorunlar karşısında
çözümsüz kalmak arasında nasıl bir bağlantı var?
Hejarê Şamil: Aslında bugünün, yani yaşadığımız dönemin ömrü çok kısadır.
Yaşadığımız anın gerisi geçmiş, bir an öncesi gelecektir. Güncel dediğimiz
bugün, çok kısa bir zaman kesitidir. Bizler geçmişle gelecek arasında bayrak
yarışçılarıyız. Yaşam; geçmişi geleceğe taşırmak, geleceği geçmişe mal
etmektir; bugün bunun için vardır.
Kürdlerin geçmişte yaşama “hastalığı” son dönemle sınırlı değil. 16. yy.da
da geçmişte yaşıyorduk. Osmanlı bastı geçti, İran Kızılbaşları taradı geçti. O
zaman da güncel konular karşısında çaresiz, çözümsüzdük. İçinde bulunduğumuz
günün günlerce gerisinde yaşıyorduk. Geleceğe koşuyorduk, yelteniyorduk ama on
yıllar geriden. Ve geçmişle gelecek arasındaki “bugün” barajını aşamıyorduk.
Bedenimizin kafası düne, ayakları bugün barajına takılıyordu. Bu çatapat
yürüyüşümüz halen sürüyor.
Güncel sorunlar nedir? Birisi Ana dilde eğitim değil midir? Hemen geçmişten
örnek verilir; sanki daha önceleri ana dilde eğitim görüyorduk! Ulusal
birlikten kaçma, siyasi hareketler arasındaki çekemezlik bir sorundur halen. Küflü
yanıt hazır; Kürdler ne zaman birlik oldu ki? Bunu Ehmedê Xanî yüzyıllar önce
yazmıştı. Dostu olmayan Kürdlerin kendini tenhalığın yarattığı telâşla
toplumlar arasında var olmamış ve olmayacak “kardeşliğe” inandırması bir
sorundur. Salyalı, sümüklü yanıt hiç gecikmez. 12.yy. Malazgirt savaşında
Kürdlerin toplumsal geleceğinin altına yerleştirilmiş saatli değil de asırlık
dinamit gül demeti içinde hemen sunulur.
Çözüm; geçmişin verilerini gelecek süzgecinden geçirerek geleceği yaratmak,
yarına bugünden müdahale etmek, kafayı gelecekle doldurmak, çareleri gelecekte
aramak demektir. Gelecekte yaşanılmak istenene dönük bugünden yapılan eylemin
adıdır çözüm. Çözüm yarını hayal etmek, yarın olması gerekenleri bugüne
dayatmaktır. Dün olmamış, bugün olmayan dualara ‘amin’ demektir. Kendi duamızı
yaratmaktır!
Maişete indirgersek; yıllarca kızını hangi akrabasına vereceği, oğluna
hangi kardeşinin kızını alacağı düşüncesiyle gözlerine uyku gitmeyen
siyasilere, aydınlara mahkûm oldu bu halk. Daha geniş ölçekten bakarsak
yalnızca bu gerçek, sorunuza somut bir yanıt olabilir.
Hülya Yetişen: “İnsanların bu ölümlü dünyasında yaşayanlar ölüyor ama
yaşananlar ölmüyor. Yaşananların zamanı da ölmüyor” demiştiniz kitabınızda.
Zaman faktörünün toplumların yaşamındaki etkisi nedir?
Hejare Şamil: 4.-5. yy.da yaşamış tanrıbilimci Mutlu Avgustin bir defasında
şöyle demişti: “Zaman nedir? Birileri bunu benden sormadıklarında zamanın ne
olduğunu biliyorum. Ancak sorana açıklamak istersem tek yanıtım şu olabilir:
Hayır, bilmiyorum”.
Zamana öncesiz sonrasız evrenin bitmez tükenmez süresizliği yönünden
bakarsak, işin içinden çıkamayız. Toplumların ve insanların var oluş süreci
olarak bakacağız. Bizden (toplumu da kastediyorum) önceki ve sonraki zaman bize
ait değildir. “Yaşananların zamanı” geçmişimizin ta kendisidir; daha çok
yaşadıkça daha çok geçmiş yaratıyoruz. Zamanı es geçenler yani az yaşayanlar,
yaşamaktan erinenler da geride anılar bırakırlar fakat her anımsanan şey,
hatıra, geçmiş değildir. Toplumların geçmişi, toplumsal hafızaya perçinlenmiş,
bugünkü eylemlere, davranışlara yansıyan, maneviyatı, düşünü etkileyen,
yönlendiren şeydir. Gelecek perspektifine dayanarak bugünü kazananlar,
yaşananların zamanını yani geçmişlerini de kazanmış olurlar. Geçmişini kazanmış
toplumlar yaşanmamış zamana bugünden zemin atmış toplumlardır.
Kürdlerin kanıyla, akliyle, şerefiyle yarattığı geçmiş kazanılmamış bir
geçmiştir. Ve bu geçmiş her Kürd bireyinin maneviyatı, ruhu, düşünce yapısı
üzerinde derin etkiler bırakmış olduğundan geçmiş kamburundan kurtulmakta
zorlanıyorlar. Güncel sorunlar karşısında çözümsüz kalma biraz da buradan
kaynaklanıyor. Bugün üzerinde geçmişimizin etkileri geleceğin etkilerinden daha
fazladır. Fakat bu, siyasi literatürdeki anlamı ile “gerici” olmak,
“gericilikle” alakalı değildir. Kürdler ruhlarıyla gelecekte yaşıyorlar,
“kafaları geçmişle dolu” derken bugünle uğraşması gerekirken akillerinin bir
parçasın geçmişe takılı kaldığını ifadelendirmeye çalışmıştım.
Hülya Yetişen: İlericik ve gericilik kıstasları neye göre belirleniyor?
Neye göre belirlenmeli?
Hejare Şamil: Bildiğiniz gibi, literatürde ilericilik ve gericilik, siyasi,
sosyal ve ekonomik açıdan toplumların içinde bulunduğu düzenin “Avrupalı”
çağdaş siyasi, hukuki, sosyal, ekonomik norm ve koşullarına vurularak
tamamlanıyor. Çağdaş algıda demokrasi olmayan devlet gerici, seçim filan
yapanlar ilericidir. Geleneklerden; akrabalık evliliklerinden, aşiret
yapısından, kan davası gibi aşırılıklardan vs. kopamayan topluluklar gerici,
kocası Almanya’da, eşi Singapur’da yaşayan ailelerden oluşan, kadınların
çalışmasının önünde hiçbir engel olmayan, çocukların on sekiz yaşından sonra
büyüklerini dinlemeden serbestçe davrandıkları topluluklar ilericidir. Ekonomik
olarak adam başına milli gelirin on milyon dolarların üzerinde olan devletlerin
sakinleri ilerici, açlık sınırında yaşayan topluluklar gericidir. Hatta
defileler yaptırılmayan, genel evler bulunmayan bölgeler dahi gerici sayılıyor
vs.
Dünyamız, üretim araçları, tüketim malzemeleri, teknoloji çok hızla
gelişiyor ve değişiyor, bunlara sahip olma ve kullanım oranı yanlış olarak
insanların gerici ve ilericiliğini belirlemede kıstaslar olarak ele alınır.
Meseleye insan doğasının çok yavaş değiştiği, birçok yönleri ile hiç
değişmediği anlamında bakarsak, beşer evladı genetik tutucudur, “gericidir”
yani. Geçmişe umutla bakar, gelecek hakkında üzüntü duyar. Ahlaki açıdan on bin
yıldan bu yana değişen fazla bir şey yok; on bin öncenin insanı gibi çağdaş
insan da çıkar için veya görev namına öldürür, yaralar, işkence yapar, başkalarının
hakkına tükürür, yalan söyler, aldatır, sever, nefret eder, tutkuları ile
boğuşur, saygı gösterir, umursamaz vs. On bin yıldan beri insanın aklı, zekası
bir hayli gelişmiş, ekonomik refahtan dolayı sosyal yaşam alanları çeşitlenmiş
ama ciddi manevi ve ahlaki gelişimden söz edemeyiz. Ahlak daha çok insanlar
arasındaki davranışlarda kendini açığa verir; bu açıdan insanların on bin yılda
ahlaki açıdan başarabildiği; davranışlarını biraz cilalamak, süslemek, zahiren
uygar bir görüntü vermek olmuştur.
Kısacası manevi, ahlaki açıdan insanların tamamına yakını doğasal olarak
gericidir. Rus ekonomisini bataktan çıkarmış, birkaç dil bilen, karate ustası,
bilgisayar programlarından anlayan Rus başbakanı Putin bu anlamda gericidir.
Amerikalı Bush katıksız bir gericiydi. Atatürk’ünden bugünkü Türk başbakana
kadar Türk yönetici zümresinin tamamı birer gericilik abideleridir. Türk “basın
emekçileri!” Tam da püf noktayı yakaladık; İnsanoğlunun on bin yıllık yalan
söyleme, kandırma, dolandırma, hakka tükürme, tükürdüğünü yalama… özellikleri,
gericiliği bu türde tezahür etmiştir.
Kürdler ve Sosyalister. Benim de içinde olduğum bu kesim farklı bir
gericilik vakası. Bunu sürekli yazdığımız için şimdi girmeyeceğim.
Siyasi literatürdeki “ilericilik”, “gericilik” kavramlarını ise fazla
önemsemediğimi söylemeliyim. Ama bu kavramların ihtiva ettiği anlamda iki şeyi
birbirinden ayırmak gerekir. Gericilik ve geride bırakılma farklı şeylerdir.
Ezilen Kürd halkı geride bırakılmıştır ama ezen Türk devşirme türü, İnsan türünün
on bin yıl öncekinden daha geri dürtüleri ile hareket etmektedir.
Kesen, asan, tutuklayan, hiç sayan Türk gericiliği geçmişin vahşet kavramı
ile izah edilebilir yalnız. Öldürülen, kesilen, işkenceye tabi tutulan, dili
yasaklanan, dünyadan koparılan Kürd gericiliğinin kökeni yarattığı uygarlığa
takılıp kalmasındadır.
Hülya Yetişen: Kitabınızda irdelediğiniz Özgürlük, kölelik ve kutsallık
kavramları siyaset yapan Kürtlerin politik uygulamalarında nasıl bir karşılık
buluyor? Bu kavramlar arasındaki bağlantı ve ilişki biçimlerinin edebiyata,
sanata ve günlük yaşama yansıması nasıl oluyor?
Hejare Şamil: Üzgünüm, bu sorunuzu “Gülnar ve Öcalan”dakinden ve de
Gülnar’dan daha iyi izah edebileceğimi sanmıyorum. Burada beni tek yakaladınız.
Kitapta ise kahramanlarım yardımcım oluyorlardı. Yazmayı ciddi ciddi düşündüğüm
ikinci kitapta kahramanlarım bu konuları daha iyi açıklarlar. İpucu vereyim
sadece; Ben özgürlüğün tanımlanmasına karşıyım. Şimdiye kadar okuduğum,
duyduğum özgürlük tanımlarından onun ne menem bir şey olduğunu anlamış değilim.
Kölelik bir fiili durum olmaktan çok, yaşam biçimidir. Kölelik hazzı,
kutsallığın belirsizliğinden alınırmış… Kutsallık bir ilahi değerse eğer tüm
değerler lime lime edilerek sorgulanacaktır. İnanılanların inananlardan hiç de
değerli olmadığı tartışmasına yeni bir renk katacağız.
Hülya Yetişen: ‘Şehitlik’ ve ‘kahramanlık’ kavramlarına Türkler gibi
Kürtlerin de sarılıp, sahip çıktığını görüyoruz. Dildeki bu aynılaşma konusunda
siz ne diyeceksiniz? Din faktörünün bunda bir etkisi var mı?
Hejare Şamil: Arapçadan gelen “şehit”, Müslümanlıktan öncesi de olabilir
ama Müslümanlığın olgunlaştırdığı bir terimdir. Arapçadan çevirisi Din veya
yüksek bir ülkü uğrunda ölen kimse; savaşta ölen demektir. Yangında yanarak,
suda boğularak veya herhangi bir ilmi araştırmada veya hastalık sırsında
hayatını kaybeden Müslüman kimseye ise “Şehîd-i hükmî” derler.
Şehit kelimesi ve kavramı tüm Müslüman toplumların literatürüne girmiş.
Fakat “Şehîd”le, “Şehîd –î hükmî” birbirine karıştırılmıştır. Kendi eceli ile
ölmeyen her ölü Müslüman, yakınları mevki sahibiyse “şehitleştirilmiş”, şehit
ilan edilmiştir. Böylece “şehitlik” kavramı sahteleştirilmiştir. Bu geleneğin
bin yıllık tarihi var.
Müslümanlık tarihi boyunca savaşta ölen kimselerin - şehitlerin
kutsallaştırılması, dolayısıyla savaşların kutsallaştırılması anlamına da
gelir. Müslüman algısına göre Müslümanların yürüttüğü tüm savaşlar ve
savaşlarda ölenler kutsaldır. İslam, savaşçı bir dindir veya savaşla kendini
var etmiş, yaygınlaştırmış bir dindir. Kimse Müslümanlar kadar “din uğrunda”
savaşmamıştır. Dolayısıyla Müslüman yöneticiler, inananlar arasında bir savaş
kültürü, şehitlik kültürü oluşturmuştur. Halen bu kültürden nasibimizi almaktayız.
Güncele gelirsek; Belli bir görev, amaç uğurunda ölen, öldürülen; amaç ve
görev süresinde kahramanlık yaparak, gözünü kıpmaksızın canını feda ederek
ölenler; attan, eşekten düşerek, kaza kurşununa çarparak, kayadan, binanın
üçüncü katından yuvarlanarak ölenler, hatta hırsızlık yaparken ev sahibinin
kafasında indirdiği balyoz darbesiyle ölenler de şehit sayılır. Önemli olan bir
amaç için veya görev süresinde ölünmüş olması. Şehitlik, bu kadar
saçmalaştırıldı. Genelde ölenlerin şehitler ve diğer ölüler kategorisine
ayrılması bana çok saçma geliyor. Gerçi ağız alışkanlığı ile belki ben de
“şehitlerin yüceliğinden” bahsetmişim. Bundan böyle kendi değerlerimi dahi
sorgulamak zorundayım. Ne üdüğü belirsiz, belki yüz kişiye işkence yapmış bir
Türk polis memuru veya “şanlı” Türk generali masası başında kalp krizinden
giderek “şehit” oluyor. Ama yapığı işkencelerin verdiği ruh ağrısıyla
istifasını basıp ordudan, polisten ayrılan ve vicdani baskılara dayanamayıp
kafasına kurşun sıkan bir asker “ölmüş bir kişi” oluyor sadece. Böyle saçmalık
olur mu? Türklerden örnek verdim, bunu Kürdlere ve diğerlerine de kolaylıkla
şamil edebilirsiniz.
Bildiğim kadarıyla Müslüman olmayan toplumlarda “şehit” kavramı yoktur.
Ruslar mesela, savaşta ölenlere “pavşie” derler. “pavşie”, “padat” yani
“düşmek, çökmek, zayıflamak” sözünden gelir. Bir kutsallık emaresi yok. Savaşın
kutsanmadığındandır.
Demokratı, monarşisti, diktatörü, bütün Müslüman yönetimler dini esir almış
ve dine esir düşmüşlerdir, dinimizin ve de şehitliğin cıvığını çıkarmışlardır.
Hülya Yetişen: ‘Gülnar ve Öcalan’ belgesel romanı, yakın Kürt tarihinde
Öcalan’ın dramını anlatıyor. Bu dramı bir buçuk asır önce Eruh Kalesi’ne
sığınan Bedirhan Paşa’da, idama giden Şeyh Sait’de, Sovyetlere mektup yazıp,
soykırıma karşı destek isteyen Seyit Rıza’da da görmek mümkün. Kürt
önderliklerinde görülen bu drama tekrarı niye?
Hejarê Şamil: Bunun siyaset, savaş, mantık vs. bilimlerle izah edilecek bir
yanının ve yanıtının olmadığına inanıyorum.
Fakir insanla çok zengin olan insan arasındaki birçok psikolojik farklılık
vardır. Birisi şudur; genelde fakir insan zengin insan kadar ölümden korkmaz.
Yaşamı boyunca tüketemeyeceği kadar serveti olan, hep saygı gören, sözü
dinlenen, söyledikleri yasalaşan insanlar bir süreden sonra farklı ve seçkin
olduklarının “bilincine” varırlar. Bu “bilinç” en başta ölüm korkusunu
beraberinde getirir. Anlatamadım galiba. Devam edeyim; Kürdler yüzyıllardır
savaşıyorlar fakat savaş meydanında ölen tek bir liderleri yok. Esir düşür,
zindanlarda çürür, asılır, mülteci olur, ya da ecelleri ile ölürler.
Hülya Yetişen: Esir düşmemesi için Öcalan’ın kendisi ne yapmalıydı? Örgüt
ne tür tedbirler geliştirebilirdi? Genel olarak Kürtlere düşen görev neydi?
Hejare Şamil: Sondan başlayalım; Öcalan’ın hicret sürecinde Kürdler
üzerlerine düşen tüm görevleri fazlasıyla yaptılar, kendilerini Avrupa’nın,
Türkiye’nin, dünyanın duvarlarına çarptılar. Müslüman dünyasının en ali
şahsiyeti, Allahın resulü Hz.Muhammed için dahi 66 kişi kendini yakmamıştır,
Öcalan için yakıldı. 66 candan bahsediyorum, en yüce değer olan İnsan
yaşamından! O süreçte fedai eylemi için PKK yönetimine altı bine yakın Kürd
genci dilekçe vermişti! Çoğu samimiydi. Örgütün yapabileceği hiçbir şey yoktu.
İki nedenle. Birincisi; her sözü yasa olan Öcalan, Şam’dan ayrılırken örgüte
kendisini koruma görevi vermemişti. İkincisi; örgütün en üst yönetimi
içerisinde “Öcalan tahakkümünden” kurtulmak isteyen bir ekip vardı. Halen
yönetimdeler.
Suriye’den ayrıldıktan sonra esir düşmemesi için Öcalan, aklinin, tecrübesinin
el verdiği her şeyi yaptı, başaramadı. Başaramazdı da. Gerçekten karşısında
devletler sistemi vardı.
Hülya Yetişen: Öcalan’ın FSB’lilerin (Rus istihbaratı) kurduğu ilişkiler
üzerinden Kürdistan dağlarına geçeceğini, hatta Öcalan’ın «Kongre’ye katılırız,
bu müthiş bir olay olur» dediğini söylüyorsunuz. Bu detay ilk defa basına
yansıyor. Öcalan gerçekten ülkeye gitmek istedi mi?
Hejarê Şamil: Sayın Öcalan’ın Moskova’dayken Kürdistan’a gitmek, gitmemek
konusunda ne kadar kesin bir kararlılığa sahip olduğunu bilemiyorum; niyet
okumak zor bir şey. Abdullah Öcalan’la Mitrafanov’un bağ evindeki sohbetimizde
“Kürdistan dağlarına gitmek zorunda kalabiliriz” ifadesini kullanmıştı.
Sonradan Mahir Welat’ın PKK soruşturma komisyonuna yazdığı rapordaki Öcalan’a
atfedilen şu cümleleri okumuştum: “Hele kongreye, Kürdistan dağlarında süren
PKK 6. Kongresine katılmamız, muazzam bir şey olur’. Anlaşılan, son çare olarak
Kürdistan dağlarına gitmeyi hedeflemişti. Devletler Öcalan’ın Kürdistan’a
gitmesini istemedi ve PKK’liler bu konuda yardımcı olamadılar. Bana sorarsanız,
Abdullah Öcalan Suriye’den direk Kürdistan dağlarına, gerillaların arasına
gitmeliydi. Öyle olsaydı, büyük muhtemelle şimdi TC başbakanı Erdoğan’dan “Ana
dilde eğitim olmaz” gibisinden faşizan sözleri değil, “Antep, Kürdistan
eyaletinin dışında kalacak!” nidalarını işitmiş olacaktık.
Hülya Yetişen: Kitabınızı 2004 Yılı’nda Kandil’de iki aylık bir sürede
yazıp bitiriyorsunuz. Kitap bittikten sonra da PKK’den ayrılıyorsunuz?
Öcalan’ın yakalanmasından 5 yıl sonra sizi PKK’den kopmaya iten nedenler neydi?
Ayrılmak sizde bir hüzün yarattı mı?
Hejarê Şamil: 15 yıllık birikimi; acı, sevgi ve üzüntünün yazımını on güne
dahi sığdırabilirsiniz.
Herhangi bir örgüte üye olurken özgeçmiş raporu yazar, çok ayrıntılı
soruları tek tek yanıtlarsınız. PKK’ye üye olurken bunları ben de yazmıştım.
Ayrılırken fazla soru sorulmaz, ithamları dinlemek zorunda kalırsınız. Biraz da
sorulmayan sorulara yanıt olarak yazıldı “Gülnar ve Öcalan”. Bir de veda
mektubu / raporu olarak tabii ki. 2000 yılında PKK’den ayrılacağımı kesinlikle
biliyordum, sadece ne zaman ayrılacağımı bilmiyordum. Katılışımda da aynı şeyi
yaşadım; 1992’de bir gün PKK saflarında olacağımı kestirmiştim. Son kararımı
iki yıl sonra verdim. Neden 4-5 yıl sonra koptum? 1999-2000 yıllarında PKK
gemisinin batacağı lanse ediliyordu. O geminin batmasını istemiyordum.
Çalışmalarıma olan gücümle devam ettim, PKK’deki en verimli sürecim ayrılma
düşüncesi taşıdığım 2000-2004 yılları oldu. 2004’de PKK’nin artık batmayacağını,
kendi yolunu bulup doğru bildiği yönde ilerleyeceğine kanaat getirdiğim zaman
ben de kendi yolumla gitmeye karar verdim. Uygarca ayrıldık.
Hülya Yetişen: Son bir soru: Türkiye’de Kürdistan sorununun çözümü veya
çözümsüzlüğü sizce hangi aşamada?
Hejarê Şamil: İyi dediniz; Kürdistan sorunu! “Kürd sorunu” Türklerin,
Arapların, Farsların ve gayrilerinin sorunudur. Kürdlerin “Kürd sorunu” değil,
“Kürdistan sorunu” vardır. Kendi ülkelerine sahip olma, ülkelerini yönetme
sorunu yani.
Hâlâ aydınlarımız arasında “Güneydoğu sorunu” diyenler de var. Ayıp, yazık.
Yer yuvarlağında “Güneydoğu” diye bir bölge yoktur ki, öyle bir sorun da olsun.
Kimi siyasilerimizin Türk TV’lerinde ülkemize “Güneydoğu”, Roj TV’ye çıkınca
Kürdistan demeleri ağrıma gidiyor. Kim kimi idare ediyor, anlaşılmıyor.
Arkasında yasa kural tanımaz gençler, çocuklar ve özgürlüğe susamış bir halk
olanların daha cesur davranmaları gerekir.
Bazı aksaklıklar olsa da Kuzey Kürdistanlılar “Güneydoğu sorunu”
aşamasından “Kürd sorunu”na geçtiler. Şimdi “Kürdistan sorunu”na geçit
aşamasındayız. AKP’nin düzenbazlığı bu geçit aşamasını biraz uzatacak gibi
görünüyor.
Hülya Yetişen: En son soru olsun; Geçiminizi neyle, nasıl sağlıyorsunuz?
Hejarê Şamil: Bir işim, maaşım, iş yerim yok. Kalemim, bilgisayarım,
kitaplığım ve küçük bir bahçem var… Para kazanmaya zamanım yok.
Röportaj: Hülya Yetişen - http://kurdistan-post.ru
hulyayetisen@yahoo.fr
Yorumlar
Yorum Gönder